“Zeynep Hanım,” dedi aynı sakin ses. “Arayacağınızı tahmin etmiştim.”
Bu cümle onu huzursuz etti. “Beni nereden tanıyorsunuz?” diye sordu.
“Uçakta konuşacak vaktimiz olmadı,” dedi Kemal. “Ama bazı şeyler gözle anlaşılır. Sizden küçük bir ricam olacak. Yarın öğle saatlerinde benimle bir kahve içmenizi istiyorum. Sadece konuşacağız.”
Zeynep kabul etti. Neden kabul ettiğini kendisi de bilmiyordu.
Ertesi gün buluştukları yer, şehir merkezinde sade ama pahalı olduğu belli olan küçük bir kafeydi. Kemal onu ayakta karşıladı. Ne fazla samimiydi ne de mesafeli. Zeynep daha oturur oturmaz konuşmaya başladı.
“Dün uçakta olanlar için hâlâ tedirginim,” dedi. “Bebeğim söz konusu.”
Kemal başını salladı. “Haklısınız,” dedi. “O yüzden her şeyi açıkça anlatacağım.”
Masaya bir dosya koydu. İçinde belgeler, notlar ve bir tablet vardı. Zeynep hiçbirine dokunmadı.
“Ben bir vakfın yönetim kurulundayım,” dedi Kemal. “Aynı zamanda uzun yıllardır sosyal projelere yatırım yapan bir grubun temsilcisiyim. Özellikle sağlık çalışanları ve tek ebeveynli ailelerle çalışıyoruz.”
Zeynep kaşlarını çattı. “Beni uçakta seçmenizin nedeni bu mu?”
“Hayır,” dedi Kemal. “Sizi seçmemin nedeni yorgunluğunuzdu. Elif’le aranızdaki bağdı. Ve yardım istemeyecek kadar güçlü görünmenizdi.”
Bu cümle, Zeynep’in boğazını düğümledi.
Kemal devam etti: “Bir süredir, hayatı belli bir noktada tıkanmış ama potansiyeli yüksek insanlarla çalışıyoruz. Onlara maddi destek, eğitim ve zaman sunuyoruz. Karşılığında hiçbir şey talep etmiyoruz.”
Zeynep şüpheyle güldü. “Buna kim inanır?”
Kemal ilk kez ciddileşti. “İnanmak zorunda değilsiniz,” dedi. “Ama dinlemek zorundasınız. Çünkü teklifim Elif’in geleceğini de kapsıyor.”
Zeynep masaya doğru eğildi.
Sonraki bir saat boyunca Kemal vakfın nasıl çalıştığını anlattı. Daha önce desteklenen aileleri, eğitim programlarını, taşınma ve çocuk bakım desteklerini… Bu bir bağış değildi. Bu, hayatı baştan kurma teklifiydi.
“Size iki yıl,” dedi Kemal. “Bu süre içinde çalışmak zorunda değilsiniz. İsterseniz eğitiminize devam edersiniz. Elif için özel bir bakım ve eğitim planı hazırlanır. Sonra karar verirsiniz.”
Zeynep’in aklı karışmıştı. Bu, gerçek olamayacak kadar büyüktü.
“Peki neden ben?” diye sordu son bir kez.
Kemal durdu. “Çünkü bazı insanlar yardım istemez,” dedi. “Ve biz en çok onları kaybederiz.”
O gün Zeynep eve döndüğünde sabaha kadar uyuyamadı. Teklif, mantığının kabul etmeye yanaşmadığı ama kalbinin susturamadığı bir şeydi. Annesiyle konuştu. Güvendiği bir arkadaşıyla paylaştı. Herkes aynı şeyi söyledi:
“Çok iyi olamayacak kadar iyi.”
Ama Zeynep, Elif’i uyurken izlediğinde başka bir şey düşündü. Bu hayatın ona sunduğu tek çıkış kapısı bu olabilir miydi?
Bir hafta sonra Kemal’i tekrar aradı.
“Konuşabilir miyiz?” dedi sadece.
Bu konuşmadan sonra süreç başladı. Belgeler imzalandı. Avukatlar devreye girdi. Her şey resmiydi. Şeffaftı. Korkutucu derecede düzenliydi.
Üç ay sonra Zeynep işinden ayrıldı. Elif yeni bir bakım programına başladı. Küçük bir evden, ışık alan bir daireye taşındılar. Hayat yavaş yavaş nefes alır hâle geldi.
Zeynep hâlâ her şeyin gerçek olduğuna alışamamıştı. Ama bir şeyi çok net biliyordu:
O gece, o uçakta, yorgunluktan gözlerini kapattığında…
Sadece uyumamıştı.
Bir dönemi kapatmıştı.
Ve hâlâ, bazen Elif’i izlerken o ilk anı hatırlıyordu.
Bir yabancının omzu.
Bir annenin çaresizliği.
Ve tek bir cümle:
“İzin verir misiniz?”